6 Şubat 2017 Pazartesi

Şizofreniye İlk Adım (Vazo)

    Eğer nadiren sarhoş oluyorsanız, eve nasıl döndüğünüzü hatırlayamazsınız; fakat benim gibi mütemadiyen sarhoş oluyorsanız aksine, ne zaman içmeye başladığınızı hatırlayamazsınız.

Penceremden içeri taarruz eden korna sesleri,
ve tıpkı felsefeciler gibi her gelenin bir öncekini nesh ettiği o ''En büyük asker bizim asker!'' sloganları, 
ve göğe doğru yağdırılan 9 mm'lik kurşunlar...
Tanrı, kısa bir süre içerisinde evini kurşunladıkları için hepsinden intikam alacaktı.

Televizyona baktım; en geç on altıncı bölümde yayından kaldırılacak yerli bir dizi yayındaydı. Mavi gözlü güzel bir kadın karşımda ağlıyordu.
O an şöyle düşündüm; evrenin ana maddesi, güzel bir kadının gözyaşıdır.
Kadınların gözyaşları toprağa düşmemelidir.
Yeryüzündeki tüm doğal afetler, kadınların gözyaşının bedelidir.
Bir kasabada sel varsa mutlaka orada bir kadın ağlamıştır.
Ya da bir evde yangın çıkmışsa muhakkak orada bir kadının canı yanmıştır.
Ne kadar neşeli bir gün geçirirsen geçir, yatağa uzandığında uykusuz kalıp tavanla bakışmana sebep olan bir his varsa, hatırla sayın okur, eminim bir kadının kalbini kırmışsındır.

Ağır hareketlerle koltuğumda doğrulup masadan sigara paketini aldım. Bu esnada gözlerim masanın üzerindeki siyah vazoya takıldı.
''Yine mi sarhoşsun sen?'' dedi Vazo.
''Sen ayık mısın?'' dedim.
''Ben bir Vazo'yum dostum.''
''Öyleyse bir vazo gibi davran!'' diyerek tersledim onu sigara paketinin kapağını kaldırırken.
İçi boştu.
Sigaralar hep zamansız biter.
Uzanıp boş paketi vazonun içine smaçladım pis pis sırıttım.
''Çok sigara içiyorsun!'' dedi Vazo.
''Bugün senin doğum günü mü?'' diye sordum.
''Hayır,'' dedi Vazo. ''Senin?''
''Yoo.'' dedim.
''İyi.''

Saate baktım; 22:38.
Akrep ve yelkovan greve çıkmıştı adeta.
Tekel bayii açık olmalıydı.
Tekel dediğime bakmayın, bizim Yavuz Abi'nin bakkal dükkanından bahsediyorum. Kendisi süpermarket bulunmayan küçük mahallemizin yegane bakkal dükkanıdır ve aklınıza gelebilecek tüm helal ürünler onun tekelindedir.  Kendisi kesinlikle alkollü içecekler satmaz ve cuma namazlarını asla kaçırmazdı.
Emin olun;
Tanrı puro içiyor olsaydı, meleklerden evvel çakmağını çekerek Yavuz Abi yakardı.
Komşular onun duvarlardan geçebildiğini falan söylüyorlar. Hatta bir keresinde uçarken görülmüş; ama konumuz bu değil.
Sigara almak için Yavuz Abi'ye gitmeye karar verdim.
Koltuktan kalkarken masadan destek aldım; masanın kırık ayağı uyguladığım kuvvete dayanamayıp sallanmaya başladı; üzerindeki vazoyu ve küllüğü aniden yere fırlattı.
Küllük metal olduğu için bu afetten sağ kurtulabilmişti; fakat zavallı vazo, sayabildiğim kadarıyla yedi büyük ve otuz sekiz küçük parçaya ayrılmıştı.
Masa zaten uzun zamandır Vazo'yu ortadan kaldırmak istiyordu, bunu hissedebiliyordum.
Aslında vazo eve geldiğinden beri diğer eşyalar onu ortadan kaldırmaya çalışmış; hep bir fırsatını kollamışlardı.
Bu planlanmış bir cinayetti; fakat hiçbir kanıt yoktu.
İstemeyerek ben de bu cinayete dahil olmuştum.
Delilleri ortadan kaldırıp kimseye hadiseden bahsetmemeye karar verdim.

Mutfağa gidip bir poşet aldım.
Boş bira şişeleri ve kenarlarını yemediğim pizza artıkları ile birlikte, Vazo'nun tüm parçalarını içine doldurdum.
Evden çıktım. Kısa bir yürüyüşün ardından köşedeki çöp konteynerına ulaştım.
Etrafı kolaçan edip kimsenin beni izlemediğinden emin olduktan sonra poşeti konteynera atıp oradan hızla uzaklaştım.

Yavuz Abi ile ayaküstü bir sohbetten sonra sigara alıp hızlı adımlarla eve geri döndüm.
Balkona çıkıp bir sigara yaktım ve çöp konteynerına bakarak dumanı üfledim.
Kısa bir süre sonra Suriyeli küçük bir kız konteynera yaklaşmaya başladı.
Yırtık elbisesi ve kirli saçları bile yüzünün güzelliğine zeval verememişti; ay ışığı gibi parıldıyordu. Küçük kız yiyecek bir şeyler bulmak ümidi ile elini konteynerin içine daldırdı.
Birden acı içinde çığlık attı ve elini çekti.
Minik parmağına batan vazo parçasını ağlayarak parmağından çekip çıkardı...
Bir damla kan parmağından akarak yere düştü ve tek suçu yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak olan bir karıncayı boğarak öldürdü.
Kelebek etkisi; bu akşam önünü alamadığım büyük felaketlere sebep oluyordum.
Bir anda sokağın iki farklı ucunda, kalabalık gruplar belirdi; ellerinde sopalar ve kesici aletler vardı. Uzaklardan polis sirenleri yankılanıyordu...
Az evvel mülteci bir çocuğun kanını akıtmak ve bir karıncanın boğularak ölmesine sebebiyet vermek suçundan kendimi eve hapsetmek üzere pencereyi kapattım.
Koltuğuma dönerken, vazoya gözüm takıldı.
Sapasağlam masanın üstünde duran o vazoya.

2 yorum :